Hz. İbrahim’in Filistin ve Mısır’a Göçü
Hz. İbrahim zamanın süper devletleri Babil ve Mısır’daki çok tanrılı inancın yerine tek tanrı inancını hakim kılmak ve bu inancın kalıcı olmasını istiyordu. Bu amaç için zamanın bir başka yüksek medeniyet merkezi olan Mısır’a gidecekti. İnananlarıyla birlikte uzun bir yolculuğa çıktı. Göç yolu boyunca geçtikleri bütün kentlerin ileri gelenlerine tevhit inancını anlatıyor onları Allah’ın birliğine ve tekliğine davet ediyordu.
Tevrat’a göre Hz. İbrahim, çadırını Beyt-el (Bethel/Betin) ile Ay (Et-Tell) mevkii arasında bir yere kurmuş ve orada bir mescit yaptırmıştır.[1] Hz. İbrahim’in Filistin’deki konakladığı ilk yer burasıdır. Ancak o, burada da durmayacak ve konak konak daha güneye göç edecektir.
Bir kaynağa göre, Hz. İbrahim, XII. Hanedân (M.Ö. 2000-1785) döneminde Mısır’a gitmiştir.[2] Çoğu akademisyen, Hz. İbrahim’in çok daha önce orada bulunmuş olması gerektiğini savunmuştur.
Tevrat’a göre, Mısır’a yaklaştıkları zaman İbrahim karısı Sara’ya:
–“İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın ve olur ki Mısırlılar seni görünce, “bu onun karısıdır‟ derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana karşı iyi davranılsın ve sayende bana dokunulmasın diye onun kız kardeşiyim.” dersin. Ve onlar Mısır’a girdikleri zaman Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve onu Firavun’a methettiler. Ve kadın Firavun’un sarayına alındı. Ve onun sayesinde İbrahim’e karşı iyi davrandı.[3] Ve Rab, İbrahim’in karısı Sara’dan dolayı Firavun’u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun İbrahim’i çağırıp dedi:
–Bana bu yaptığın nedir? Bunun senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin bu benim kız kardeşimdir dedin? Ve şimdi, işte karın, al ve git. (Tevrat, Yaratılış XII: 17-20)
Mevdudî’ye göre, Tevrat’ta geçen bu olay saçmadır.[4] Bir peygamberden beklenen öncelikle her zaman doğru ve dürüst olmasıdır ve yine eşine ve namusuna her zaman sahip çıkmasıdır. Tevrat’taki bu anlatım kendi içinde pek çok çelişkilere sahiptir. Ancak buradan öğrenildiğine göre Firavun, Hz. İbrahim’e büyük lütuf ikram ve hediyelerde bulunmuştur.
Mısır tarihi ve kültüründen elde ettiğimiz bilgilere göre Firavun’un Hz. İbrahim’e iyi davranmasının başkaca sebepleri vardı. Hz. İbrahim Mısır’a gelmeden önce Irak, Suriye ve Filistin topraklarında Ur kentinin peygamberi diye tanınmış, saygı görmüş Sümerlerin eğitim sisteminden geçmiş bilge bir insandı. Mısır’da her dönemde bilgiye ve bilgeliğe saygı duyulmuştu. En büyük tanrılarından ikisi Thot ve Maat yazının, bilgeliğin ve adaletin tanrısıydılar. Üstelik Mısır’daki inanç Ur’daki gibi putperestliğe dönüşmemiş, yozlaşmamıştı. Bazı zamanlarda tek tanrı inancı da güçlü bir şekilde kendisini Mısır’da gösteriyordu.
Firavun, Hz. İbrahim’in tek yaratıcı güç olan Allah inancını ve birliğini dinlemiş, saygı göstermiş, değer vermişti. Hz. İbrahim de Mısır kültürünü bilimini ve inancını Osiris rahiplerinden dinlemiş, piramitleri gezmiş ve incelemiş olmalıdır.
Hz. İbrahim tekrar Filistin’e döndü. Hz. İbrahim ve Sara’nın yaşı ilerlemişti ve çocukları olmuyordu. Hz. İbrahim, Sara’nın teklifi ile Firavun’un hediye ettiği Mısırlı Hacer ile evlendi ve İsmail isimli erkek evlat sahibi oldu. Fakat ilk eşi Sara zamanla Hacer ve İsmail’i kıskanmaya başladı Sonraki olaylardan anladığımıza göre, İbrahim, Hacer ve Hz. İsmail’i başka bir yere götürmeye karar verdi.
Tevrat kaynaklı rivayetlerde Hacer’in köle cariye olduğu söylenir ancak Eski Mısır’da kadınlar toplumda iyi bir konuma sahiptiler. Mısırlılar, insanlık tarihinde evlilik esaslarını kutsal ilkelere dayandıran ilk medeniyet olup, kadına diğer antik medeniyetlerden daha fazla değer vermişlerdir. Neslin devamını sağladıkları için kadınsız bir hayatın mümkün olmadığını anlayan Mısırlılar, kadınların kutsal bir işlevi olduğuna inanırlardı. Bazı tapınaklar sadece kadınların eğitim gördüğü, özel tapınak rahibelerinin yetiştiği yerlerdi.[5] Yani Hacer, cahil bir cariye kadın olmayıp Firavun sarayında ve tapınaklarda özel eğitim almış bir kadın olmalıdır.
Bütün bu bilgiler ışığında “Biz, İbrahim’e, şüphesiz ve kesin bir şekilde inananlardan olması için göklerin ve yerin muhteşem varlıklarını gösteriyorduk.” (Enam 75.) Ayette açıklandığı gibi Hz. İbrahim’in bilgi ve becerisi ileri seviyedeydi ve ruhani yönü de çok güçlüydü. Hz. İbrahim, hem Babil Kulesi’ni hem de Khufu Piramidi’ni görmüş ve insanların gözündeki kutsallığını da fark etmiştir. Hz. İbrahim zamanında Babilliler, astronomi ve matematikteki bilgi ve beceri seviyeleriyle yıldızlara bakarak yön bulmayı ve uzak mesafeleri hesaplayabilmeyi öğrenmişlerdir. Mısırlılar da, daha çok astronomi ve geometri çalışmaları ile arazi alanı ve mesafe ölçümlerini matematiksel kesinlikle hesaplamışlardır. Kendilerine özgü ölçü sistemleri ve birimleri oluşturmuşlardır. Piramitlerin yapılışında ve konumlanışında, mühendisliğin ve geometrik hesaplamaların ileri düzeyde olduğu görülmüş, Mısırlıların Dünya’nın şeklini ve ölçülerini bildiği görüşü araştırmacılar tarafından kabul görmeye başlamıştır.
Hz. İbrahim zamanında ruhban sınıfı aynı zamanda bilim insanlarıydı, gökyüzünü, yıldızları ve gezegenleri yani tanrıları gözlemlemişlerdir. Babil’de ve Mısır’da dinsel inançlar ve mitler; sayılarla, geometrik şekillerle, yerdeki ve gökteki nesnelerle sembolleştirilmiştir.
Tapınakların mimarisinde ve konumlanışında bilim ve inancın sembolleri yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Görkemli tapınaklar yaparak tanrısal yüceliğe ulaşmaya çalışmışlardır.
Hz. İbrahim, kendi zamanının en iyi eğitimini almış hem Babillilerin hem de Mısırlıların astronomi, geometri ve matematik bilgisini öğrenmiştir. Hz İbrahim, oğlu İsmail ile Khufu Piramidi ve Babil Kulesi arasındaki mesafeyi referans alarak Kendi tevhit inancının merkezi olması için yapacağı Kâbe’nin yerini belirlediğini düşünüyorum.
Araplar, yörüngesinde hareket eden gezegenlere “seyyare” hareketi gözlenemeyen yıldızlara da “sabite” demişlerdir. Kâbe’nin yerini bulmasında Hz. İbrahim’e rehberlik eden ilahî işaret “Sekine”, Arapça “sükûn, sakin= hareketsiz duran yıldızlar” anlamına gelir. Hz. İbrahim’in elinde, “Sekine” adını verdiği göksel varlıkların açılarını hesaplayan horoskop gibi bir alet olabileceğini düşünmek akla ve tarihsel verilere uygun düşmektedir.
“İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”
(Fâtır Suresi 28. Ayet )
Tüm bunların sonucunda Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların kabul ettiği Hz. İbrahim’in büyük bir peygamber olduğu kadar büyük bir bilim adamı da olduğunu söyleyebiliriz.
[1] TEVRAT, Yaratılış XII: 8. (çemrimiçi) https://kutsalkitap.net/bible/tr/index.php?mc=1&sc=4
[2] DARTMA Bahattin, “Arkeolojik veriler bağlamında Kuran kıssalarının fiilen gerçekleşmiş hadiseler olduklarına dair”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Ağustos/Ekim 2003, Sayı: 18
[3] Tevrat, Yaratılış XII: 11-16.
[4] MEVDUDİ, Tefhimul Kur’an, Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, cilt III, tercüme, Komisyon, İstanbul 1986,
[5] BABİLA, Muhsin Haji Azeez “Eski Mısır’da Kadın” KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:13 Sayı:1 (2016)